18 Aralık 2011 Pazar

Batan Geminin Malları Bunlar


(I)

Gözleri kan çanağına dönmüştü. Hiçbir şey umursamıyormuş gibi davranmaya çalıştı. Babasının yanına vardı, yüzüne bakmadan kağıdı ona uzattı. Çadırın kapısındaki kazığa tünemiş olan şahin huysuzlanmıştı. Kerem gözlerine baktı, onun da gözleri kıpkırmızıydı.

(II)

Moralman kelimesi aslında bir kahraman ismi olsa böyle superman gibi, acil durumlarda uçup gelse moral getirse.
Olmaz mı?

(III)

Benim sorunlarım, kimsenin çözemediği çengel bulmacalara eşdeğer. 

(IV)

Güneş yeni doğuyor, tan vakti. Üzerine bir kaç söz karalamalıyım, tam vakti.
Lakin orada henüz doğmamıştır, doğunca görür de okursun umarım.

(V)

Sessiz Gemi isimli çok bilinen ve çok beğenilen şiirin ölümle ilgili olduğunu yeni fark ettim.

(VI)

Japonya'nın Pearl Harbour'a saldırmasına karşılık Amerika'nın Hiroşima ve Nagazaki'yi toz bulutuyla süslemesi ve askerlik kavramını Japon literatüründen tamamıyla koparması 
=
Küçük bir çocuğun iri bir çocuğa çimdik atmasına karşılık iri çocuğun küçük çocuğu mor lekelerle süslemesi
ve insanlık kavramını kendinden tamamıyla koparması

(VII)

Çok temiz gün öldürüyorum.


(I) -test sorusu
       (II) -fantastik fikir
     (III) -iç hesap
           (IV) -Lyon'a not
(V) -itiraf
(VI) -benzetme
                  (VII) -seri katilin günlük kaydı

C vitamini.
Batan bir gemiden bildirdi.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Vapur Yolculuğu


Kasımın son günü, haftanın ortası. 
15.45 Kadıköy vapuru.
Hava, kış mevsimi normallerine göre fazla açık; bulutsuz bir mavilik hakim.
Güneş alabildiğine parlak. Tüm çıplaklığıyla ortada.
Kendisinden çokça bahsedilecek fakat habersiz, sapsarı..

Vapura son binen insanlardan biriydim. Güneşe rağmen soğuk vardı, insanlar içerileri çoktan doldurmuştur düşüncesiyle dışarı oturma kararı aldım. Alt kat açık, sağ arkaya.
Üç kişilik boşluk var, ortasında bir adam. Hiç incelemedim, ne gerek vardı ki? Oturmaya yeltendiğim yerde çay bardağı vardı; yıllar önce bırakılan dudak izleri üzerinde kurumuş. Adam:
-Bardağı alayım ama nereye koyacağız?
Ben:
-Öbür yanınıza koysanız.

Böylesine kuru ve resmi bir soru-cevabın derin ve felsefi bir konuşmaya davet çıkaracağını asla düşünemezdim açıkçası, hani kırk yıl oturup düşünsem dahil. Ancak öyle oldu: Cevap vererek iletişime geçmem sadece konuşmanın devamını getirmesi için vesile olmaktan başka bir işe yaramadı. En nihayetinde nereden bilebilirdim ki.

Oturur oturmaz hiç beklemediğim bir soru geldi ve akabinde diyaloglar gelişti, güzelleşti.

 Adam:
-N'olmuş Ali Kaptan'a? Ben çok severim Ali Kaptan'ı. Sen biliyor musun?

Ben:
-? (ne olduğunu şaşıran ve anlamayan bakışlar)

-Şu gazetede yazıyor yahu! Ben buradan göremiyorum okusana bana ne yazıyor. (parmakla benim öbür tarafımdaki yaşlı adamın gazetesi işaret edilir)

-Ha biliyorum tamam şey bu İzmir'de bir baskın olmuş sanırım. Ben okuyayım bi', tam bilmiyorum ben de. (bu sırada adama hafif bakış atılır, adam genç, hafif kel, saçtan uzun sakal, genç giyimli biridir) Şey olmuş, göz altına alınmış. Bla bla bla blaablabla.. (hepsi okunur, zaten kısadır)

/bu sırada vapur hareket eder, iskeleden çok az uzaklaşır/

-Tüh bak görüyor musun? Ben çok severim Ali Kaptan'ı. İzlemeye de çalışırım. Çok üzüldüm yazık olmuş. Annem de izler hep. Sen izler misin?

-Yani tam şey hani arada çok izlemedim (tarzı mırıl mırıl bir olumsuz cevap)

-Sen gençsin tabii, gençler izlemez pek. Eskileri anlatıyor.

-Bütün gençler izliyor aslında?

-Tabii öyledir ama eskiler izler asıl. (dediğimi fazla takmadığını düşünmemi sağlar)

/vapur Dolmabahçe hizasındadır, klasik konuşma baş gösterir/

Adam:
-Okuyor musun?

Ben:
-Evet lisedeyim.

-Nerede, hangi lise?

-Kabataş. Galatasaray'ı geçince, bakın şu tarafta (elle o taraf gösterilir)

-Hmm Kabataş.. Şimdi eee.. Bakırköy, Karaköy.. Kabataş.. Bu Mimar Sinan var bi' tane orada mı?

-Hayır eskiden oradaymış ismini oradan almış daha sonra buraya taşınmış. (elle tekrar asıl yeri gösterilir, ısrarla el sabit tutulur)

-Ne istiyorsun, hangi Üniversite? (verilen bilgi ilgi çekmez)

-Boğaziçi olursa. İnşallah olur.

-İnşallah...   ...Ben de denizcilik okudum bilmem ne okulunda bilmem ne sene şunu yaptım şöyle oldu şu oldu bu oldu kaptanım sınava çalışıyorum kaptancılık üniversitede okuyacağım bi şeyler daha.. (burada ben ilgilenmiyorum)

/klasik konuşma usulca hız kaybeder, duraksar, durur, biter. İlginç soru gelir/

Adam:
-Güneş ne güzel dimi?

Ben:
-Evet?..

-Havada öylece duruyor asılı gibi dimi?

-Aslında boşlukta duruyor?

-Evet çok haklısın, boşlukta duruyor. Çok haklısın. Şu gazeteyi de adam elinde tutuyor dimi? Ama tutmasa nolur gazete?

-E nolur düşer?

-Yaa evet düşer. Güneşi tutan olmasa güneş de düşer. Birisi nasıl gazeteyi tutuyorsa, sanki güneşi tutan biri varmış gibi. Dimi?

-Hhıı hf (hafif anlamsız sesler)

/kıllanmaya başlanır, Adnan Hoca'ya kadar ulaşan felaket senaryoları kafada yazılır, çizilir, çok tuhaf gelişen bir konuşmadır. Bu sırada adam daha da incelenir. Tahminen 25 yaşındadır. Hafif kilolu gibidir, makosen ayakkabıları vardır. Başka soru sormak ister/

Adam:
-O zaman başka bir soru sorayım sana. Güneş bazen kırmızı oluyor, o nasıl oluyor?

Ben:
-Kırmızı mı nasıl yani?.. ...ha şey yani batarkenki halini filan diyorsunuz. Bir açıklaması vardır ışığın kırılmasıyla ilgili hatta, öyle hatırlıyorum. Gökyüzü de bu yüzden farklı renklere bürünüyor.

-Hah işte bir belirginlik var. Birisi sanki yapmış bunları gibi. Ben yapmadım. Sen de yapmadın. O zaman birisi yapmış. O zaman birisi var bence ve o yapmış bunları.

-Yani muhtemelen, evet.

-Tesadüf eseri olamaz dimi? Her şeyin bir mantığı var. Bebeğin ağlamasının, senin kaşının kirpiğinin, her şeyin bir amacı ve nedeni var. Mesela balıkların pulları var, rengarenkler ve denizi süslüyorlar. Milyonlarca milyarlarca canlı çeşidi var. Sen eline boya alsan, sana boya kalemleri verseler bu kadar çeşit yapabilir misin mesela?

-Yapamam evet hmm...

-En fazla kaç tane insan yüzü çizebilirsin? Sınırlı, dimi?

-Evet ama insanlığın sonu da gelicektir belki çeşit bitince?

-Çok haklısın. Evet çok haklısın ve zekisin de sen. Hmm...

/uzun sessizlik/

-Güneşe bak. Biraz daha yakın olsa bizi yakacak, uzak olsa üşütecek dimi? Ne harika bir düzen var, ne güzel bir mesafede duruyor.

-E zaten biraz daha yakın olsaydı biz olmazdık?

-Evet çok haklısın. Ama mesela düşün hep bize bakıyor güneş, bizi ısıtmak için.

-Ya aslında hayır, her yöne bakıyor, her yönü ısıtıyor. Biz onun etrafında dönüyoruz zaten hep. Isıtabiliyor böylece.

-Hah bak işte bu bir düzen, kurulmuş bir düzen değil mi?

-Evet dediğiniz gibi tesadüf olamaz. 

-Evet çok haklısın. Burada bizim konuşmamız da tesadüf değildir bence.

/gazeteli yaşlı adamdan ses gelir/

Yaşlı:
-Güneş nasıl kırmızı oluyor demiştiniz, değil mi?
O dalga boyuyla ilgili, ışığın gelişi. Bilimle açıklanabilir bir şey, birine bağlamak... ...yani biri var demek... ne denlidir... doğru mu... gerek var mı şimdi bilmiyorum belki (mırın kırın)...
Benim ananem aya çocuğum yavrum derdi, severdi. Ama şimdi oralara gidip fotoğraf bile çekiyorlar. Gezegenlere gidiyorlar. Bilimle her şeyi açıklamak mümkün.

Ben:
-(yaşlının öbür tarafında Japon bir çiftin olması ve dinlemeyecek olmalarının verdiği güvenle konuşmaya devam edilir)  Ama çoğu şey hala açıklanamadı ve eskisi gibi az bilgi yok. Bilginin tümüne hakim olmak kolay değil?

Yaşlı:
-Ee tabii yavaş yavaş gelişecek bilim. Ama gelişiyor gerek yok başka bir şey aramaya.

/iki taraftan da ses gelmez. Vapur Kadıköy İskelesine yanaşma manevraları yapmaktadır. Vapurun motoru denizin rengini turkuaz-beyaz-mavi-lacivert karışımına dönüştürür. Küçük girdaplar oluşur. Köpürür. Kabarır. Beni düşüncelerimle yalnız bırakırlar bir süre. Düşüncelerime dalarım, çok kısa bir süre. İç yolculuk gibidir; fakat ışık hızında. Hep sormak istediğim soruya ulaşırım içlerde bir yerde ve soruyu kafamda tasarlamaya başlarken bir kaza dışavurum gerçekleşir/

Ben:
-Peki her şey... (artık içimden konuşmadığım farkedilir, cesaret acil bir şekilde toparlanır ve devam edilir)  ...başta belli bir düzen içinde mi yaratıldı yoksa her şey birbirine uyum sağlayarak mı gelişti?

/ufak bir sessizlik/

Yaşlı:
-Big Bang patlaması bilim tarafından başlangıç sayılıyor, sonra biliyorsun evrimle buraya gelindiği düşünülüyor.

Ben:
Evrimi kendimizde görebiliriz?

Yaşlı:
Şu denizdeki canlıları şu an bilemezsin ama araştırıp öğrenebilirsin.

Ben:
Çoğunu hala bilemeyiz.

Yaşlı:
Girersin suya, dalgıç kıyafetiyle gözlükle, gerekirse mikroskopla. Öğrenirsin. Sadece yarattı demek kolaya kaçmak olur, istersen öğrenirsin.

Ben:
Tabii orası öyle, haklısınız.

/genç adam iyi günler der ve kalkıp tam tersi yönde, benim ve yaşlının önünden geçerek gider. Son konuşmalara katılmamıştır. Kim bilir belki istediğini elde edememiştir. Belki de istediği ve elde ettiği sadece bir vapur sohbetiydi. Yosun kokusu ve bi' liraya güller Kadıköy iskelesini hatırlatır ve gitme zamanı anımsanır. Yaşlı gazeteli adama nezaket dolu iyi günler dilekleri sunulur. Kendisini beklemeden vapurdan inme eylemi gerçekleştirilir. Hızlıca olay mahalinden uzaklaşırken yaşlı hakkında görünümü, konuşması, kıyafeti ve çantası itibariyle profesör veya bilim insanı olduğu düşünceleri beyinde rüzgar gibi eser./

Hızlı adımlarla çiçekçiler aşılır, gönüllü eylemci anketçiler atlatılır. Vapurda geçen büyülü bir 25 dakikanın etkisi kolay geçmeyeceğe benzediğinden, acilen başka düşünceler akla getirilir. Bir yandan da hayatın en güzel ve en ilginç anısı olacağı kesinleşmiş bir hikayenin unutulmaması için ufak notlar alınır.

Güneş gerçekten de sapsarı ve parlak, tepeden dünyayı aydınlatmakta.
Aydınlanmaya çok ihtiyacımız var, sanki bunun farkında.
Belki de sadece inancında.
Peki ya inançsızlığımız ne olacak?

Adlarını bile bilmediğim iki karakter,
Hayatlarımızın kesiştiği bir vapur yolculuğu.
Geçen bir 25 dakika,
 Değişen bir hayat.

Hayatımın en ilginç vapur yolculuğu. Bir daha asla tekrarlanmayacak ve asla neden böyle bir konuşma gerçekleşti,
bilemeyeceğim.










13 Kasım 2011 Pazar

Bu bir telefondan bildiridir.

Yazmam geliyor; ders çalışma isteği geliyor. Her türlü şeye varım, ders çalışmak olmasın yeter.

Yetmiyor o da, son zamanlarda. Sürekli zaman geçsin istiyorum. İnsanların tuhaf tuhaf enerjileri var. Ders çalışma enerjileri, yaşam enerjileri, işe koyulma enerjileri, test bitiriyim süperim enerjileri filan. Bende sadece en üst düzey uyuma evresine ulaşma enerjisi ve saatlerce tv-pc-iP gibi teknolojik alet takibi enerjisi var. Kafama rüzgar gülü taktırıp etrafta koşturucam; bana enerji lazım.

Bayramın ilk gününü evde yalnız, forever alone geçirmek beni ve psikolojik gelişimimi temelden sarstı. Akşam ve öbür gün aile toplaşmalarında, annemin ve halamın Nepal'de, amcamın Çin'de, ablamın Lyon'da, eniştemin önce Pakistan sonra teyzemle birlikte St. Tropez'de olmaları gücüme güç katmaya geldi. Yazın bi gezicem var ya, yani anlatamam neler yapıcam. Hırslıyım. İlk kazanılmış hak-gezi ocakta, macera dolu, buzlu sütlü Americano.

Papiyle mami şu sıralar iyi davranıyolar bana. Dersaneye bırakıyor, araba için izin veriyorlar. Bayramda evden Ataköy'e kadar sürdüm arabayı, dolayısıyla köprüden geçtim.

Anonemin falları çıkıyor panpalar! Korkuyorum.

Dersanede sınıf çıktım bu çalışmayla. Bu durumu şans olarak açıklıyor, İsviçreli astrologlar. Gezegenim yıldızım yükselen burcu güneşim.

Mesela? Neden olmasın?
Head on the floor and only one dream´s broken. fall asleep, remember what she told me. Lean on my wall, tell me how it should be, till it's crashed, but only one dream's broken.

SUN and RAIN.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Sürünü-yorum-luyorum-rte


Orada burada sürünüyorum sadece. Hani yaşadığımı sanıyorsanız düzelteyim dedim. Böyle yaşam mı olur?
"Bi sen misin bre barzo?"
Demeyin, tamam; benim gibi birçok üniversiteye hazırlanırken acı dolu günler geçiren insan var, kabulum.
Fakat bu benim hala süründüğüm gerçeğini değiştirmiyor kaptan bey?

İnecek var, öğrenciyim. Ne demek sadece ilkokula bir lira? İlkokul çocuğu metrobüs durağından minibüse mi binermiş? Günaydın.

En son ne zaman koştuğumu hatırlamıyorum. Hastalığımdan beri pek bir çıtkırıldım oldum. Bisikleti rafa kaldırdım. Dinamik en ufak belirti bulunamamış bedenimde. Kış geldi. Koşturacak sebeplerim yok. Hava karamsar, iç karartıcı; hoşuma gidiyor. Güzel filmler ve güzel müzikler var. Bu paragrafı bölüp ikinci paragrafa hangi cümleyle başlamak isterseniz, neden diye sorarım. Netanyahu?

Deri mont ihtiyaçtır, montlar arasından bir tercihtir. Fiyatlarsa sabittir, üç aşağı beş yukarıdır. Burjuvazi büyücüler sizi! Kıskanmayın deri ceketimi. İyi geceler.


Bir avuç yakın arkadaşla hayat dönüyor işte. Lazanya yapıp yiyebiliyoruz, bize geliyorlar. Kahkahalarla güldürüyorlar beni. Mutlu ediyorlar. Sağolsunlar. 
Scott Pilgrim vs. the World.
9.
Arabam yalanı, geçe kalan izin. Öpücüksüz vedalar. Geriye kalan yalnızlık ve bulaşık.
Bi daha gelin süper insanlar!




Neden hep yağmur benim üstüme yağıyor?
-17 yaşında söylediğin bi yalandan dolayı olabilir.
Gülmek için hala sebeplerim var, vaktim de var. Ama gökyüzünde yıldız filan yok. Kendimizi kandırmayalım.

(rte sürüsü yorumlamıcam vazgeçtim)
İçimde bir mutluluk var ama aynı zamanda yok gibi de. Ablama attığım kart gitmiş. 
En içten dileklerimle gitmiş.
Size de atarım, isterseniz.
İstememek yasakmış.

16 Ekim 2011 Pazar

Puşi takmaktan mı korksam, inadına takmaya devam mı etsem?


Buna benzer birçok faili meçhul dava mevcut, ancak hepsini paylaşmak mümkün değil. Ben bu davayla ve sanıkla empati kurdum; Çünkü aynı yoldan geçtiğim aynı tarz bir puşi giydiğim biri belki de işlemediği bir suçtan dolayı yargılanıyor. Hem de hapishanede. Pekala, ben de aynı durumda olabilirdim. 
Bilinçlenme dönemi başlasın artık!
Buyrun size bir davet:

Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği öğrencisi Cihan Kırmızıgül 21 Şubat 2010 tarihinden itibaren Tekirdağ 2 Nulu F Tipi cezaevinde tutuklu bulunmaktadır.
Cihan Kırmızıgül gibi birçok tutuklu öğrencinin de davalarının gündemde olduğu bu günlerde davaların objektif koşullar altında görülmediği bilinmektedir.
17 Ekim Pazartesi ,üniversite öğrencilerinin tutukluluk durumları ve akademisyenlerin bu konuda neler yapabilecekleri konularını tartışmak amacıyla düzenlenen panelimize sizleri de bekliyoruz.

Konuşmacılar

Ferda KESKİN(Bilgi Üniversitesiİ Felsefe Bölümü)

Güçlü Akyürek(Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi)

Gülşah Kurt Yücekul(Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi)

(Aşağıdaki yazı bir alıntıdır.)
                                                                                   



İstanbul 'da 20 Şubat 2010 akşamı yüzleri puşili bir grubun boş bir markete molotofkokteyli atması üzerine gözaltına alınan ve olay yerine yakın bir yerde puşi taktığı gerekçesiyle gözaltına alınıp, gizli tanık ifadesiyle 20 aydır tutuklu bulunanGalatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 3.sınıf öğrencisi Cihan Kırmızıgül beşinci kez hakim karşısına çıktı.Beşiktaş’taki İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder,Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Gazeteci-Yazar Özgür Mumcu da destek verdi. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu sanık Cihan Kırmızıgül ile avukatları hazır bulundu. Duruşmada soruşturmayı geliştirecek başkaca husus olmadığından savcının görüşü soruldu.

SAVCI BERAAT İSTEDİ
Savcı Mustafa Çavuşoğlu duruşmada açıkladığı görüşünde, tutuklu yargılanan sanığın, "Silahlı terör örgütüne üye olmak", "Patlayıcı madde bulundurmak", "Kaygı, korku ve panik yaratmak amacıyla patlayıcı madde atmak" suçundan, tutuklu yargılandığını hatırlattı. Savcı sanığın yargılanmasına neden olan gizli tanığın beyanlarının çelişkili olduğunu, örgüt üyesi olduğu iddia edilen Cihan Kırmızıgül ile ilgili çelişkili anlatımlarına dikkat çekerek "Şüpheden sanık faydalanır" kuralı çerçevesinde mahkum edilmesi için yeterli ve inandırıcı delil elde edilemediğini anlattı. Savcı sanığın tahliyesini ve beraati yönünde karar verilmesini istedi. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi ise verdiği ara kararında sanık Kırmızıgül hakkındaki kuvvetli suç şüphesinin devam ettiğini belirterek savcının talebini reddetti.

Ayrıca mahkeme sanığı, gizli tanığa teşhis ettiği yönündeki evrakı düzenleyen İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli polislerin duruşmada hazır edilmesi için yazı yazılmasına karar verdi.

"CİHAN’IN DURUMU MÜNFERİT DEĞİL"
Mahkemenin ardından Tutuklu Öğrenciler Dayanışma Platformu adına Uğur Mumcu’nun oğlu Özgür Mumcu adliye önünde açıklama yaptı. Özgür Mumcu, hakimin Cihan Kırmızıgül için tutuklu yargılanmasına karar verdiğini belirtti. Bundan sonraki duruşma Kasım ayında olacağını hatırlatan Mumcu, "İnşallah olumlu sonuç bekliyoruz" temennisinde bulundu.

Avukat Suat Eren, hukuk devletinde insanların bir anda gözaltına alınması, evlerinin basılması gibi korkularla yaşamadıklarını aktardı. Türkiye’de bunların aşılması gerektiğini söyleyen Eren, "Hukuk devletinde bu sıkıntıların yaşanmaması gerekiyor. Objektif kurallara göre yargılamalar yapılmıyor. Bunun en bariz örneği Cihan’dır. Cihan gibi yüzlerce dosya var. Bundan dolayı Cihan’ın sahiplenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Cihan nezdinde devletin yetkilerini arkasına alıp savunmasız insanlara saldırılar bu şekilde devam ediyor. Ben bunu terör olarak tanımlıyorum. Savunmasız insana saldırmak budur" diye konuştu.

Eren sözlerini şöyle tamamladı: "İddia makamının esas hakkındaki son mütaalasında beraat istemesi bizce çok cesurca, güzel bir davranış. Birkaç eksiklik var. Bunlar önümüzdeki celseye kadar giderilecek. Biz mahkemenin de objektif kurallar çerçevesinde kaliteli karar vereceğini düşünüyoruz. O yönde bir ümidimiz var" (DHA)



Ürperdiniz, değil mi?

11 Ekim 2011 Salı

Bu yağmur (u) mutlu gelir sanmıştım.



   Doğru Sanmışım

Kabul etmediler mutluluğu, su dediğin nedir ki?
Yağmurla gelen,
                Çok da güzelken.
Bütün güzellikleri güneşten beklemişlerdi belki.

Mutluluğun resmi olmaz, rengi olmaz.
Kimseler onu çizemedi, bilemedi.
O halde neden bu sarıdaki naz?
Saydam bir sudur onun bilinmezi.

  Mutluluğu renklerde kentlerde arama, bulamazsın. Sadece uzağa doğru bak, saydam yağmurun içinden. Yağmur engel olmaz senin görüş açına, 
aksine böler dünyanın renklerini yedi farklı parçaya.

                                                                                                              C vitamini.




21 Eylül 2011 Çarşamba

Kuzubulut


Bu benim ablam.
Kendisi gökyüzünde, bulut şeklinde bir kuzu. Yıllardır koyun olmamayı bekliyor. Sanki yere indiği anda, hayal dünyasından ve bu dünyanın kaynaklarını besleyen çocuksu rüyalarından vazgeçecek, koyuna dönüşecek diye, güdülmüş topluma dahil olacak diye çok korkuyor. O yüzden hep havalarda uçuyor. Yaratıcı, kendine has kelimeleri, ülkeleri, ütopyaları ve şarapları var.
Eriki onun uçmasını sağlıyor belki de, daima.
Bembeyaz bir melek gibi, kanatları yok ama pofidik bir kürkü var. Zaten hep çok giyinir, kat kat giyinir, çok üşüdüğünden. Sürekli soruyorlar 
"Neden bu kadar üşüyorsun canım sen?" 
diye. Nasıl bağırsın haykırışlarını 
"İnsanlar çok soğuksunuz ve her yerdesiniz. İçtenlikten, sıcakkanlılıktan yoksun bırakılmışsınız, şimdi de beni sıcaklıktan yoksun bırakmaya çalışıyorsunuz. Bir de gelmiş neden diye soruyorsunuz!" 
biçiminde.
O benim küçük matematikçim. Ben onun küçük pidesiyim, yavru kuşuyum. O büyüktür ben(den). Ben de büyüğüm ondan, fiziksel olarak. Matematiksel olarak karmaşığa sürükleniyoruz.

Eşitsizlikler basit kalıyor bizim denklemimizin yanında.

Bloglar yazıyorsun, benim yazmaya başladığım yaşta başlıyorsun yazmaya hem de. Ne benim haberim var ne de senin haber verme düşüncen. Kardeşinim hem de!
Bu kadar özleyeceğimi tahmin etseydim, hiçbir şey değişmeyecekti elbette. Bu gerçekle de yüzleşmekteyim.
Hep aklımda olsun diye her gün açıp baktığım, günlerini saydığım, planlayıp doğruladığım ajandamın baş köşesindesin.

Çabuk dön, Lavinia mısın sen?
Kart at bir de. Nasıl özledik bir bilsen!

15 Eylül 2011 Perşembe

Tekrardan merhaba.


Tekrardan merhaba, ben Kerem'in inek hali. Gözlerim çalışmaktan büyümüş, dudaklarım yemek yemekten şişmiş vaziyette, diye öngörüyorum. Henüz bir değişiklik yok. Sanırım tanışmamıştık, yakında tanışırız. Çünkü artık gün yüzüne çıkan taraf benim. Bedenin devremülk sırası bana geldi. Gezen, eğlenen, hoplayan ve zıplayan taraf kış uykusuna yatıyor. Daha şimdiden, görünürde sonbahar olan bu eylül günlerinde. Tahmini olarak yazın ortalarına doğru tekrar gelip evi sahiplenebilir. Mevsimlik takılacağım zaten, fazla kalmam.

Tekrardan merhaba, dersanedeki diğer devre. Bir günlük görüşmüştük, ancak bundan böyle sadece sendeyim.


Ah burası cidden güzel! Tekrardan merhaba The Beatles! Neredeyse dinlemeyi bırakıyormuşum seni. Ne büyük salaklık. Şimdi her şarkınla nasıl da mutlu oluyorum, yeniden. Her şarkın başına yeni, ayrı bir mutluluk. Belki de ayrılık iyi geldi, özlem iyi geldi. Fotoğraflarımda zıplamaya devam edeceğim. Artık hayat biraz da "Sha la la la La!"

Tekrardan merhaba, The Beatles saçım. Elveda inek yalamışa dönen kahküller, tentenler, bentenler.

Ben çalışmaya geç başladım çoğu insana kıyasla, ancak koşup yetişirim. Kuzenimin yıllar önce dediği gibi "İki sene sonra senden bi' yaş büyük olucam." öyle bir şey olamadı tabii, ben de büyüdüm sonuçta. Benzer bir hazin son, beni de bekler mi acaba?


Sahlepin orkide köklerinden elde edildiğini biliyor muydunuz? Hadi canınız çeksin. Şöyle bol tarçınlı, bol kıvamlı. Misss...

Tekrar merhaba, demiş miydim? Olsun, bu tekrarın da tekrarı işte. Yeniden dostlar, eski dostlar.


Bir şirin insan koluna "Küçük Prens" dövmesi yaptırmış. Çok özel buldum. Ben yapamam böyle bir radikallik, muhtemelen. Ama okuyacağım, daha okuyamadım. Evde fransızcası dahil var. Biliyorsunuz orjinali Le Petit Prince. Okusam anlamam, evde bulduğum türkçe olanı 94 basımı. 125 000 TL yazıyor arkasında. Şu sıralar bir servet değerinde. Eheh satsam mı? Satmam. Sanırım kitap, büyüse de hala çocuk kalabilenlere de hitap ediyor.

"Back in The U.S.S.R" belki gidebilirmişiz, bakalım. Bütün güzel şeyleri yapabilmek için asıl sınavın geçmesini bekleyeceksek, ben o zamana kadar çürür ve de kokarım!

Asıl sınav hayat, bütün güzel şeyler ise ahirette, ey kul.
Ne biliyim işte, bu sene din ile meşgul olmasak? Muhaf tutulsak?

Tekrardan merhaba okul. Bu eylül son merhabalaşmamız olsun, uzatma. Seneye başka bir yere gitmek istiyorum. Hemen deniz kenarında olmayacak bu sefer, tepenin sırtlarına doğru, hisarların arasında konumlanmış olacak. Olacak, olacak. İnanıyorum. Ama seni de unutmam, sevdim. Sevilmedim; o ayrı.

Tekrardan merhaba, kazık atan arkadaşlar. Yediğim kazıklar çok fazlaydı bu sene. Yenileri de eklenip duruyor bu haftalarda. Arkadaşlar yeterince üzmüyormuş gibi dersane ekleniyor, kazık atıyor sevgili rehber hocaları. Okul festivalleri güzel görünür ancak sahne arkası yeterince çirkindir, insanlar adaletsizdir. Zaten hangi sahne arkası ışıltılı ve şatafatlıdır, asıl sahnelenenlerin yanında? 

Söz veriyorum. Bir gün tüm sevdiklerimi alacağım ve hep birlikte sarı bir denizaltında yaşayacağız. Sonsuza kadar.

En hiç olmadık dileklerimle uğurluyorum sizi.









12 Eylül 2011 Pazartesi

İyi günlerde kullanın, efendim.


Artık bu teknenin dümeni benim elimde papa, boşuna bakınma oralara! 
                      Hohoho..

Ehliyet aldım çünkü. Sürücü Belgesi olarak bilinen, plastikten yapılmış, yamuk basılmış, imzamın taşmış olduğu bir belge. Çok havalandım, biliyorum. Çok HAVALI ama yahu, hakkımı yemeyin.

Ehliyet alana kadar bin bir işlem yaptım, yakın zamanlarda ehliyet almayı planlayanlar için bir yönlendirme yazısı- bilgilendirme nitelikli olacak.

Sürücü kursuna yazılmak zorunluluğu neredeyse var. Ben yazılmıyorum, asiyim, her şeyi hallederim diye bir şey yok üzgünüm. Uygun fiyatlı bir kurs isterseniz Kadıköy'de benim gittiğim kursu önereceğim. Tabii ki peynir ekmek değil bu, iletişime geçin benle, ayrıntısını öyle veririm.

Kursta dersler oluyor ama zorunlu değil ve lüzumsuz. Lüzumlu elbette ki bilmeniz gereken bir çok şey var ancak sınava yönelik düşünürseniz son senelerin çıkmış sorularını çözüp anlamanız yeterli oluyor. (2 gün öncesinden çalışmaya başladım ve kazandım. Finalle sizle kazanacaksınız.)

Efendim para gani voliye derken, tamamen duygusal derken bir de bakıyorsunuz, gerçekten çok duygusal; ağlıyorsunuz. Ağlatıyorlar sizi, çok para her şey. Yazılı sınav 50 TL civarı, direksiyon 50 TL. Adliyeden sicil belgenizi almanız gerekiyor, tahmin edin? Evet doğru, bu da parayla. Siciliniz temiz değilse, şöyle nemli ve temiz bir bezle iyice temizleyin. (Geçmiyor tabii ki, ehliyet filan yok kardeş sana, git otobüse bin.) Kursa verdiğiniz bir meblağ var, artı olarak. Banka harcı var, bilmem neyin var, var da var, var oğlu var.

Oldu bitti derseniz, dediğiniz anda  hayır demek isterim, sağ omzunuzun ardından belirip.

250 TL Halkbank ve türevleri bankalara harç yatırıyorsunuz. Sonra dosya hazırlatıyorsunuz 20 TL'ye. Fotoğraf çektirmeniz gerekiyor, aşı kartı veya kan grubu belirten kimlik kartı fotokopisi gerekiyor. Dosyayı sürücü kursu da hazırlıyor. Efendime söyleyeyim, sürücü belgesi kartı için de 67 TL veriyorsunuz, çünkü kartınız altın kaplama yapılıyor. Kadıköy'deki başvurmanız gereken, bu işle ilgilenen Emniyet Müdürlüğü şubesi Bağdat Caddesi Bostancı taraflarında, Köfteci Ramiz'in karşısında.

Sanırım başka bir para olayı yok.
Sanırım karışık anlattım.
Öğrenirsiniz zaten elbet, ben nasıl öğrendiysem.
Sadece göz korkutmak istedim.

Bisikleti tabii ki boşlamam, onun yeri ayrı.Motorsuz tek mantıklı araç olur kendisi, tanışmayan varsa aciliyetten ötürü, hemen tanışsın.

Durum bu.
Değil, hayır.

Çok güzel şeyler de oldu, çok kötü şeyler de.
Ama daha özel yazmalıyım onları.
Az önce bir sivrisinek, herhalde onu öldürmeye çalıştığımı fark etmiş olmalı, gözüme girmeye çalıştı! Savaş açtı kendi tabiriyle bana kalırsa. Savaşırım çekinmem hiç.
Ya da bir Raid tablet iş görür. 
Yaşasın insanların doğayı ezip yok etme mantelitesi.


Yaşasın özgürlük, yüreklerde yaşayıp da haykırabildiğimiz, düşünüp de söylebildiğimiz.
Yaşasın, bu dünyada, bu baskıcı toplumların toprak parçalarını bölüşüp üzerinde egemenliklerini kurup ülke diye adlandırdıkları bir dünyada, dersaneye takım elbiseyle gidebilen insan.
Yaşasın yeni tanışılan insanlar, hayata bir nebze de olsa heyecan kattınız.
Yaşasın yeni odam, sen olmasan nerede güvende ve sıcak olurum?
Yaşasın yeni kazanılan çok eski dost ve bana o nacizane semtte bulduğun sığınak.
Yavru kediler ve patileri.
Okula yeni başlayan, bana şarkılar yazan küçük kuzenler.
Soğuyan hava ve The Smiths ve Spektor.
Yaz'ın beş yüz günü.
Bitmek üzere ama olsun. Daha güzel mevsimler var.
Aha al işte, ısırdı sinek! 
Yazdım, öldürdüm, geldim.
E ölmemiş bu? Ama öldürdüm yine.
"Benim annem iki defa öldü." diyorsun ilk cümlelerinde, beni üzme ne olursun.

Bunu okuduğunu bildiğim başka biri daha var, ona da yaşasın dileklerimi iletiyorum. Çok eski bir dost kadar yakınım. Hem iyelik eki hem de ekeylem. Biricik kızının doğum gününü de kutluyorum. İkiniz de bana çok şey kattınız.

Ders çalışmak gerek, hem de çok.
Ailemin yarısı neden yurtdışında?
Neden dönüp duruyor bu kuşlar?
Ölen kim?
-"Ölen ben miyim?"
dedi hayal dünyam. Geçen gün de söylemişti. Artık felsefesini mi yapıyor, bilemiyorum.
Benle dalga geçiyorlar.
Umutlarınız varsa sizin de, bende olduğu gibi,
İyi günlerde kullanın, sakla sakla nereye kadar değil mi ama?

(bu yazıyı nasıl bu kadar yamulttum bilmiyorum)
 En içten dileklerimle.




24 Ağustos 2011 Çarşamba

Wall-e

(ben bi garip wall-e)

Üzülerek paylaşacağım ama sizi zerre kadar umursatmayacak.
Sevgili dostum E-ve 30 gün içerisinde iade edildi ve parası geri alındı!
Zalim baba.
E-ve'nin üstüne vantilatör koklamam, lakin bir klima gelir püf der. Belki o zaman ancak.

Neyse bu özel hayatı geçersek, son haftalarda hayatımın monotonlaşmış düzeninin, aynı mekanların aynı insanların ve aynı ulaşım yollarının tesiri olsa gerek çok fazla derin düşünceye boğuldum. Çok düşündüm ve her güzel düşünceyi suyun kaldırma kuvvetine eşdeğer bir bulgu sandım. "Suyun altında nefes alınmıyor" u buldum, telif hakkımı nereden alabilirim? Seviyesine bile inmiş olabilirim. Çok düşününce böyle oluyor. İnmedim tabii ki o seviyeye. Ama şu sendromu çokça yaşadım. Tanıdık gelecektir:

"Senelerdir yaşıyorum, hatta asırlardır yaşıyor gibi hissediyorum. Ancak o yaşayan ben, bu beden değil sanki. Ben başka bir yerdeyim ama bu bedendenim. Bu bedenin içinde, benden içeri bir ben daha var. Asıl ben oyum."

Gece yatmadan önce sıkça görülür, karın ağrısı ve hafif kulak uğuldaması vb belirtileri vardır. En yakın eczaneden reçetesiz bir kondom almanızı, zaman makinesini icat eden adamı veya Back To the Future setindeki arabayı bulmanızı, doğduğunuz günden yaklaşık olarak dokuz ay kadar öncesine gitmenizi ve anne baba fügürlerini bulup aldığınız kondomu onlara takdim etmenizi öneririm. İşe yaramazsa en yakın köprüye doğru yol alın. Akbil basın, öğrenciyseniz daha ucuza mal edin. Ekonomiye can verin. Ya da daha iyi bir fikir, kahve için.

Hiç hoşuma gitmeyen bir durumu daha eleştirmek istiyorum. Hep eleştirip duruyorum değil mi? Ben kendimi ne sanıyorsam artık. Kimin nesiysem, böyle bir havalar, afralar tafralar.
Bir kurumda kuruluşta, devlette ya da özelde, bir sorun olduğunda yetkili kişiye yönlendirilirsiniz. Yetkili kişi de böyle kıçı kırık, saçma sapan, ekstra gereksiz özgüven sahibi, şerefsiz sırıtışlı biridir. Çalışanların çoğu ondan daha seviyeli ve düzgündür ama ona saygı göstermek zorunda bırakılmışlardır. Siz de onunla anlaşmak zorunda, ona iyi davranmak zorundasınız. Ona sahte gülücükler atmak zorunda, saygılı ve düzgün konuşmalısınız. Yoksa ilgilenmeyebilir. Onu şikayet edebileceğiniz ya da konuşabileceğiniz başka bir merci yoktur. Tek tercihiniz odur. İsyanım işte bu duruma!
(Fiziksel özelliklerle dalga geçmeyi sevmem ama bu kıl tip bir de şişkoysa kısaysa çirkinse tipsizse, vallahi bak oracıkta öldürecektim ya!)

İsyankarlar ya hapsi boylar ya da ergenlik döneminden çıkar. Bense gidip o kadını öldürücem. Hapisten de kaçırılıcam. "Kaçış Planı" filmindeki gibi. "The Next Three Days". Mutlaka izleyin. İlk 5'imde.

Kapanış haberim ise en acıklısı: Ablam yarın sabah Lyon'a uçuyor ve tam bir sene orada okuyacak, dönmeyecek. Öss senemde bana moral ve destek olacak. Üzüntülüyüm.

Ben şimdi duble garip wall-e oldum.

12 Ağustos 2011 Cuma

22 Kasım

 Emre adlı insan 22 ağustosun üç ay ertelenmiş olduğu haberini verdi bana.
Sağolsun ulaştırma bakanı. Artık her şey daha güzel.
Mutlu, üstelik mesuduz.
Winnie The Pooh 'ta içki içiyorlar diye engellemişsiniz.
Çok takdir ettim. 
Beşincisiiiii neydiiiii?

E-ve

 


Wall-e diye bir animasyon film vardı. Çok güzeldi gerçekten. İzlemediyseniz iki seçenek var:
Birincisi ölmek (ki kimsenin böyle bir sebeple ölmesini istemem.)
İkincisi izlemek.

Filmde Eve adında bir oluşum var. Amacı dünyada kalmış olması olası canlıları araştırmak. Babamda King adında bir oluşum gönderdi odama. Kalmışsa bir canlı bulabilmek için.
ÇOK SICAK.
Tı.

King geldiğinden beri odam biraz daha serin. Ama King'le hiçbir alakası yok çünkü zaten havalar serinledi. 
King yeni arkadaşım. 
O derece bunalımlardayım. Her güne bir arkadaş politikası izliyorum. Katılmak isterseniz akıllı bir ev aletine dönüşmelisiniz. Bir davlumbaza mesela?

Dersanelerin açılacak olması gerçeği artı,
Kadıköy'de gidilmemiş güzel mekanların bulunması eşittir
Tanrım lütfen YGS/LYS ölsün.

Bu arada ülkenin durumunun farkına varmak isterseniz televizyon açın. Haber izleyin. Yeni peygamberimizle tanışın.

22 ağustosun farkına varın.
Sorusu olan yoksa adios.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Aloe Blacc


Aloe Blacc.
Sık sık Aloe Vera diyip insanları sinirlendirdiğim, geç keşfedilmiş çok beğenilmiş sanatçı.
Rock'n Coke '11 de Vodafone Free Zone'da kendisini izleme şerefine erdim. Çok güzeldi!
Sahne performansı çok iyi. Ancak "clap your hands" diyip durması bazen sıkıntılı anlara yol açabiliyor olmalı.
Motörhead çıkana kadar dinleyelim diyen Utku ve Anıl insanlarıyla Motörhead çıkana kadar gayet güzel bir vakit geçirdik.
Tabii ki I need Dollar şarkısını bekliyordum ben, en çok. Bilirsiniz böyle durumlardaki şanssızlığı. Söylemedi bir türlü! Motörhead de çıktı öbür sahnede. Benim insanlarımdan kıpırdaşmalar ve hadi gidelim mırıltıları gelmeye başladı.
Ben de hüzün.
Gidiyoruz, ben arkama baka baka ilerliyorum. Derken n'oldu?
Gözlüğüm yok. Düşürmüşüm.
Geri dönüp yerleri aradık. Üstümü aradım. Yok.
İyice aradık, etrafa sorduk. Yok oğlu yok.
Sonra sevgili dostum Blacc bana bir şey söyleyiverdi o an:
"I Need Dollar."
Ben de, ben de, dedim. Hepimizin ihtiyacı var.
Ama dostum çözmüş işi, bir gün hepimiz dolara mahkum bile olabiliriz. Şimdiden ihtiyacının farkına varmış o.

Bir şarkı güzel bi gözlüğe mal oldu diyebilirim. Çok da para saymıştım. Saydırmıştım aslında, amcam almıştı.
Acı kaybımız. o marines.
Bi dahakine senle gidelim konsere, olur mu?
En içten dileklerim.

9 Ağustos 2011 Salı

Gündem


Yazıma bir eleştiri ile başlayacağım.
Milliyet Gazetesi'ne gelecek bu eleştiri.
Yalan yanlış haberler yapıldığını düşündürtecek seviyeye gelmiş bulunmakta. Her gün bu gazeteyi alan bir ailenin bireyi olarak gidişatını takip etme imkanı buldum ve kötü yönde olduğunu belirtmek isterim.
Bir örnek:

" Yeni yayın döneminde Kanal D’de ekrana gelecek olan Medyapım imzalı “Umutsuz Ev Kadınları”nda Yıldırımlar, orijinal versiyonda Marcia Cross’un canlandırdığı temizlik, yemek, düzen saplantısı özellikleriyle öne çıkan Bree Van De Kamp karakterini oynayacak. Rolün Türkçe adı ise Berrin olacak. Dizide diğer rolleri ise Songül Öden, Ceyda Düvenci ve Songül Öden canlandıracak. "

Bugünün gazetesinden bir haber. Türk televizyon dizilerindeki yabancı dizilere apaçık özenme durumunu tamamıyla es geçmek istemezdim ama öyle olacak. Kısacık bir haber ve ikinci kez okunsaydı anlaşılırdı diye düşünüyorum. Songül Öden nasıl iki kez yazılmış, akıl sır erdiremiyorum. Bir açıklaması olabilir mi? 

Sadece bir haber yüzünden değil, genel olarak bir kalitesizlik, bir önemsememe söz konusu olduğu için söylüyorum.

Nez'in Uzan çiftliği iddiaları, otel iddiaları asılsız çıkmış. Böyle bir haber de, asılsız çıkması haberi de bas bas duyuruldu, hepimiz öğrendik çünkü çok ihtiyacımız vardı. Nez açıklamasında radyoda yaptım basın yanlış anladı sonra Uzan da demedim tarzı tuhaf ve anlaması güç açıklamalarda bulunmuş. Kendi reklamını yaptı sanırım bu şekilde, artık gönül rahatlığıyla gidip tüm albümlerini alabilirim.

Nur Yerlitaş'ın Emine Erdoğan'a yalakalık yapması büyük uçurum tezatları oluşturuyor kafamda. Kim başa geçse ona sulanan insanlar, yancılar, ne zaman tükenecek soyunuz?

Yandaş medya inanılmaz derecede hipnotize ediyor bizi. Ben de oldum muhtemelen, kurtulamıyorum. Yandaş farketmiyor, herhangi bir tarafın yandaşı olabilir. Objektif bir şekilde takip edebilmek istiyorum gündemi. Çok zor olmasa gerek. Ama kimin işine gelir? Kimsenin.

Arkadaşım popo'yla konuştuk ve farkettik. Daha doğrusu o farketti. Şuan yaşadığımız ülke, ülkenin durumu, George Orwell'ın 1984'ü ile Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sının bir sentezi olarak düşünülebilir.

Türkiye gündemsiz kalmıyor. Her güne bir bomba olaya sahibiz. Yaşasın!

Bugün sadece magazin okuduğumu farkettim. Ancak biliyorum ki dolar ve euro çıldırdı! Ben de çıldırdım da toplayacağım en yakın zamanda. İlgisiz dersanem Fdd bir cumartesi sabahı mesaj atacak: "10 dakika sonra N sınıfında sınavınız var." diye. Ben yine gülümseyeceğim. Mutlu olmasını öğrendim :)


En içten dileklerim.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayal dünyam artık benimle değil.


Dibe batmak vardır.
Her gün: "En kötü hissettiğim gün bugün." demeye başladığın haftalar aylar olur.
Sürekli yenisi eklendiği için en kötü günümü seçemez oldum.
Ama biliyorum, yokuş aşağı gidiyorum.
Artık vites değiştirmemi gerektirecek yokuş sonları, yeni tırmanışlar istiyorum.

Uzanmak, derince düşüncelerden sıyrılıp mutluluğa kavuşmak istiyorum. Gökyüzünü izlerken, arada dört apartman katı olsa bile, yıldızları ayı atmosferi göremiyor olsam da, hayal gücümden sadece biraz yardım istiyorum.

Legolardan evler yaptığım günleri özlüyorum. Büyümek çok sancılı iş. 
Sancılı dönemler çok fazla olacak daha ama ergenlik dönemi, aralarında hiç vazgeçmeyecek gibi görünen ilk göz ağrım.

İçimde ne iyi dilek var, ne de hayal dünyam artık benimle.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Uykum var biraz.


Bir haftadır saat sekiz civarında uyanmak zorunda olmak ve sonrasında okula bile gitmemek.
Koyuyor biraz.

Genel olarak uykusuzum şu sıralar. Birçok insan gibi ben de uykuluyken / gece uyumadan önce yatakta dönerken / boş boş tavanlara duvarlara bakarken bir şeyler düşünmüştüm.

Bu arada resim sadece hoşuma gitti, konuyla ilgisi yok. Sadece rüyamda gördüm ve çok tuhafıma gitti.

Her insanın en nihayetinde bir vicdanı vardır. Ne kadar suç işlemiş olursa olsun. Gece olunca vicdanı yüzünden suçlarını düşünmeden duramaz, uykuya kolay dalamaz. Çabuk dalar, geç dalar ama mutlaka bir aklına gelir. Yani benim teorim diyelim şimdilik. Suçları yoksa da başkaları tarafından üzülen biridir, üzüntülerinden kurtulamaz gece vakti. Ya da kendi üzmüştür kendini, yine haraptır o geceler her zamankinden. Halbuki geceler ne kadar saçma hep birlikte uyuduğumuz. Sanki çok eskiden insanlar oturup düşünmüşler, demişler gece bir şey yapılmıyor, her yer karanlık, bir de bizim uyumamız lazım arada vücut yoruluyor, o zaman gece olunca herkes aynı anda çat uyusun demişler. Biz de şimdi gece olunca uyumak zorundaymışız gibi uyumaya şartlanıyoruz. Neredeyse her evde her bireyin uyuması için bir platform hazır bulunmaktadır mesela. Hatta başka evde gece bulunmak durumunda kalanlar için de fazladan platformlar hatta odalar vardır. Uyuyamayan insan ise her şey hazır, herkes uyuyor ben niye yapamıyorum diye kötü hissediyor, halbuki hiçbir tuhaflık zorunluluk yok burada. Gündüz uykun olsa uyuyamasan kötü hissetmiyorsun, gece de hissetme. 
Sevmediğim bir tür var, insanlar hani, neredeyse tümü gece boyunca bir duraklıyor soluklanıyor, hareketleri azalıyor tüketmeyi azaltıyor ve zarar veremiyor. Dünyanın geriye kalan canlı ve cansız kısmı zarar görmeden sürüyor sabah olana kadar. O sırada keyif almak ne güzel. Tüketilmezken dünya. 
Tabii şimdi bunları meridyenlere bölüp düşünmek gerek. Dünya aynı anda geceyi yaşamıyor.
Bir de hayvanlar filan da uyuyor aslında. Çok önceden oturup karar verirken tüm canlılar varmış sanırım. Öyle olsa gerek.
Değil mi?
Ben iyi değilim, gerçekten. Saçmalıyorum fena halde. Uyuyamadığım her gece martılar gülüyor bana. 
Onlar güledursun, ben kararlar verdim o sıralar.

İnsanların suçlamalarına maruz kalmaktan bıktığım şu an, aynı zamanda onlardan sıyrılmaya başlamaya karar verdiğim andır. İnsanların başlarına gelen olaylar, yaşadıkları şeyler kendilerindendir, başkaları bu durumları tetikleyebilir ama sonuç her zaman kendinde biter. Kısaca herkes kendi üzüntüsünden sorumludur. Başkası diye bir şey olamaz.
Finito.

Çok içten dileklerim var, paylaşmak isterim.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Dünya hala yaşanabilir bi'yer

(Bunu dinlemek çok yakışır bence.)     

Bazen aklıma yaşadığım kötü bir anı geliyor. Düşünüyorum çok kısa bir süre, neden yaşamışım, ben mi suçluyum, niye suçluyum, en çok da niye böyle bir şey yaşamışım diye. 
O kısa süre geçiyor hemen.
Düşünmemeye çalışıyorum, aklımdan uzaklaştırıyorum ancak bu sefer binlercesi musallat oluyor.

Sanki dünyada yaşadığım hayat sadece kötü anılardan ibaretmişçesine.

Beklenir bir şekilde her şey gözüme batıyor, rahatsız ediyor. Zamanında dans edebildiğim şarkılar ağlatmaya çalışıyor beni, yan apartmanın bahçesinde oynayan çocuklar bağrışmaya başlıyolar, oyunlarını ben mi bozdum diyorum. 
Çocukluk anılarım birer birer parıldıyor, gözlerim kamaşıyor, o kadar çoklar ki!

Ben bebekken ve çocukken çok az ağlarmışım.

Kötü anılar karamsarlıktan başka bir şey getirmiyorlar. Öylece oturuyorum, yapmam gereken şeyler var aklımda. Sonra zaten aklımda olan başarısızlıklardan biriyle eşleştiriyorum o anı, yine yapamam diyorum. Daha önce yapamamışım baksana.

Sonra bir mesaj geliyor ya da biri arıyor, içerden sesleniyolar ya da susadığımı hatırlayıp -hatırlayarak susayan biriyim- mutfağa giderken ablamla karşılaşıyorum. Bir bakmışım normal hayattayım.

O kadar da kötü değilmiş aslında, yaşanabilir durumda..

Umarım böyle şeyler dönemeçlerinden biridir hayatın. Bir an önce geçmek istiyorum.

En içten dileklerim.


21 Haziran 2011 Salı

Yeah we know that you are no good Amy.


Aklıma sürekli farklı ve güzel şeyler geliyor, ben bunları yazıyım blog'a bi yere diyorum. Unutmam diyorum, ne gerek var not almaya diyorum. 
Bir bakmışız, ben unutmuşum.
Bu sene ünlüler Türkiye'yi duraktan bildi.
Geçen sene ve ondan önceki sene de böyleydi belki fakat bu sene ciddi anlamda bir artış var. Boş bir haftasonu olmadığı gibi haftaiçleri de dolmaya başladı konserlerle festivallerle. Öyle ki, bazı etkinlikler aynı güne geliyor. İnanılır gibi değil!
Biraz bu konuya girişiyim.
Eski saygıdeğer, müstakbel sevgili Amy Winehouse Türkiye'yi nasıl da mutlu etmişti başta. Herkes biletlerini almış, 20 Haziran tarihinde Amy Winehouse konserini bekliyordu. Ben almadım şahsen, belki fiyatın böyle yüksek olması normaldir ama benim için yüz elli lira bir konsere harcanmamalı. Ben almadım diye (ehehe çok komiğim) Sevgili Amy the Şarapevi'nin (saygıdeğerliği azalarak bitti affetsin) konseri iptal oldu. Ah o alkol denen velet!

Maçka Küçükçiftlik Park, bana sadece hüsranlıklar hatırlatıyor. En sevdiğim sanatçı Yann Tiersen, uğruna Antalya tatillerinden vazgeçtiğim, konserine gitmek için döktüğüm ter, beklediğim sıra, saydığım para. Hiçbirine değmedi. Müzik tarzını değiştirmiş, son yıllarda tekno müzikle ilgiliymiş. Ne olurdu bir değil de iki ya da üç tane çalsaydı o eski şarkılardan? Yeni hiçbir şarkısını beğenmemekle kalmayıp, altı ay eski müziklerini de dinlemeyip küstüm. Sonra barıştım mecbur.
Küçükçiftlik'te bir başka hüsran, The Cranberries'e gitmek istememem üzerine konserin çok iyi geçmesi, süper geçmesi, harika geçmesi ve bensiz geçmesi.
Bir yenisi de Amy Winehouse'dan geldi.
Hepsine küstüm, rap dinleyeceğim.
Barıştım valla da, onlarsız olmuyor.
Amy umarım bir şekilde o alkol durumundan kurtulup turnesine kaldığı yerden devam eder. Evet, kaldığı yerden, buradan.
"Yeah we know that you are no good Amy."

En içten dileklerim.

10 Haziran 2011 Cuma

Penguenler üşümesin istiyorum.



Şu fotoğrafa bakınca içim cız ediyor, çok tuhaf.
Yardım çığlıkları atan gözlerinden midir, yaklaşık yüz yıl sonrasında çekilmiş bir poz olup bütün buzulların eridiği an okyanusun derin sularına kapıldığı, ölümünden önce atmakta olduğu son bakışa benzemesinden midir , bilemedim nedenini.

Aslında bir şeyler yapmamız gerektiği o kadar açık ki.

Her geçen gün çıkıyor aklımızdan. Sanki aklımızdan çıkarırsak, unutursak, umursamazsak duracak, devam etmeyecek gibi. Sağda solda gördüğümüzde, haberlerde değindiklerinde, birileri bahsettiğinde durup diyoruz "aa hakkaten çok kötü gidişat." Ne güzel de farkında oluyoruz o iki dakikalık zaman biriminde. Fakat hepsi bu; sadece farkına varıyoruz. Hatırlıyoruz bir bakıma. 

Küresel ısınmadan söz ediyorum tabii ki!

Farkında olmayan da var, olup umursamayan da. Ancak şurası açık ki, bu böyle olmaz. Bu şekilde idareli kullanamayız bu gezegeni. Sözlerim küçümsenmesin lütfen. Attığınız adımları da küçümsemeyin, aynı şekilde. Büyük binaları dikmek için birer karışlık tuğlalar diziyorlar, ne var?

Bir site biliyorum az çok ilgilenseniz, gösterdikleri basamaklara uyum sağlamaya çalışsanız dahil çok büyük katkı olacaktır. 

Bu yazımda asıl bilgiler kutup ayıları üzerine. Küresel ısınma sonra.

Bu sevimli tür, ayıgiller (ursidae) familyasından olup, yaşamakta olan en büyük kara otoburu olarak bilinmekte.
Balık ve fok yer.
Yetişkin bir kutup ayısı 2.6 metre uzunluğa, 900 kg kütleye erişebilir.
En kalın posta sahip ayı türüdür.
Mesela gebe bir dişi kutup ayısı kış uykusu için 500 kg yağ depolamak zorunda.
Dişi kutup ayısı erkeğin yarısı kadar.
*Postu beyaz değil, yarı saydamdır.
Kutup ayıları kızılötesi ışınlarında görünmez.
Çok iyi yüzücüdürler.

1973 yılında, ABD, Kanada, Danimarka, Norveç ve Rusya arasında kutup ayılarının korunması ile ilgili bir antlaşma imzalanmış ancak isterlerse 10.000 tane daha imzalasınlar bir işe yaramayacağı çok belli.
Önce bir Kyoto deneseler, sorunları kökten çözseler. Çok mu şey istiyorum?

Ha bir de, penguenler üşümesin istiyorum.
En içten dileklerim.