21 Haziran 2011 Salı

Yeah we know that you are no good Amy.


Aklıma sürekli farklı ve güzel şeyler geliyor, ben bunları yazıyım blog'a bi yere diyorum. Unutmam diyorum, ne gerek var not almaya diyorum. 
Bir bakmışız, ben unutmuşum.
Bu sene ünlüler Türkiye'yi duraktan bildi.
Geçen sene ve ondan önceki sene de böyleydi belki fakat bu sene ciddi anlamda bir artış var. Boş bir haftasonu olmadığı gibi haftaiçleri de dolmaya başladı konserlerle festivallerle. Öyle ki, bazı etkinlikler aynı güne geliyor. İnanılır gibi değil!
Biraz bu konuya girişiyim.
Eski saygıdeğer, müstakbel sevgili Amy Winehouse Türkiye'yi nasıl da mutlu etmişti başta. Herkes biletlerini almış, 20 Haziran tarihinde Amy Winehouse konserini bekliyordu. Ben almadım şahsen, belki fiyatın böyle yüksek olması normaldir ama benim için yüz elli lira bir konsere harcanmamalı. Ben almadım diye (ehehe çok komiğim) Sevgili Amy the Şarapevi'nin (saygıdeğerliği azalarak bitti affetsin) konseri iptal oldu. Ah o alkol denen velet!

Maçka Küçükçiftlik Park, bana sadece hüsranlıklar hatırlatıyor. En sevdiğim sanatçı Yann Tiersen, uğruna Antalya tatillerinden vazgeçtiğim, konserine gitmek için döktüğüm ter, beklediğim sıra, saydığım para. Hiçbirine değmedi. Müzik tarzını değiştirmiş, son yıllarda tekno müzikle ilgiliymiş. Ne olurdu bir değil de iki ya da üç tane çalsaydı o eski şarkılardan? Yeni hiçbir şarkısını beğenmemekle kalmayıp, altı ay eski müziklerini de dinlemeyip küstüm. Sonra barıştım mecbur.
Küçükçiftlik'te bir başka hüsran, The Cranberries'e gitmek istememem üzerine konserin çok iyi geçmesi, süper geçmesi, harika geçmesi ve bensiz geçmesi.
Bir yenisi de Amy Winehouse'dan geldi.
Hepsine küstüm, rap dinleyeceğim.
Barıştım valla da, onlarsız olmuyor.
Amy umarım bir şekilde o alkol durumundan kurtulup turnesine kaldığı yerden devam eder. Evet, kaldığı yerden, buradan.
"Yeah we know that you are no good Amy."

En içten dileklerim.

10 Haziran 2011 Cuma

Penguenler üşümesin istiyorum.



Şu fotoğrafa bakınca içim cız ediyor, çok tuhaf.
Yardım çığlıkları atan gözlerinden midir, yaklaşık yüz yıl sonrasında çekilmiş bir poz olup bütün buzulların eridiği an okyanusun derin sularına kapıldığı, ölümünden önce atmakta olduğu son bakışa benzemesinden midir , bilemedim nedenini.

Aslında bir şeyler yapmamız gerektiği o kadar açık ki.

Her geçen gün çıkıyor aklımızdan. Sanki aklımızdan çıkarırsak, unutursak, umursamazsak duracak, devam etmeyecek gibi. Sağda solda gördüğümüzde, haberlerde değindiklerinde, birileri bahsettiğinde durup diyoruz "aa hakkaten çok kötü gidişat." Ne güzel de farkında oluyoruz o iki dakikalık zaman biriminde. Fakat hepsi bu; sadece farkına varıyoruz. Hatırlıyoruz bir bakıma. 

Küresel ısınmadan söz ediyorum tabii ki!

Farkında olmayan da var, olup umursamayan da. Ancak şurası açık ki, bu böyle olmaz. Bu şekilde idareli kullanamayız bu gezegeni. Sözlerim küçümsenmesin lütfen. Attığınız adımları da küçümsemeyin, aynı şekilde. Büyük binaları dikmek için birer karışlık tuğlalar diziyorlar, ne var?

Bir site biliyorum az çok ilgilenseniz, gösterdikleri basamaklara uyum sağlamaya çalışsanız dahil çok büyük katkı olacaktır. 

Bu yazımda asıl bilgiler kutup ayıları üzerine. Küresel ısınma sonra.

Bu sevimli tür, ayıgiller (ursidae) familyasından olup, yaşamakta olan en büyük kara otoburu olarak bilinmekte.
Balık ve fok yer.
Yetişkin bir kutup ayısı 2.6 metre uzunluğa, 900 kg kütleye erişebilir.
En kalın posta sahip ayı türüdür.
Mesela gebe bir dişi kutup ayısı kış uykusu için 500 kg yağ depolamak zorunda.
Dişi kutup ayısı erkeğin yarısı kadar.
*Postu beyaz değil, yarı saydamdır.
Kutup ayıları kızılötesi ışınlarında görünmez.
Çok iyi yüzücüdürler.

1973 yılında, ABD, Kanada, Danimarka, Norveç ve Rusya arasında kutup ayılarının korunması ile ilgili bir antlaşma imzalanmış ancak isterlerse 10.000 tane daha imzalasınlar bir işe yaramayacağı çok belli.
Önce bir Kyoto deneseler, sorunları kökten çözseler. Çok mu şey istiyorum?

Ha bir de, penguenler üşümesin istiyorum.
En içten dileklerim.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Kitap okumaya başladım. Barıştım sonunda, bitti o küslük. Üstelik bu sefer kararlıyım aylarca elimde aynı kitapla dolaşmayacağım.
En sevdiğim yazar Paulo Coelho diye geçinirken biri bana "piedra ırmağında laylaylay" bi kitap söyledi, öyle ki ismini hala hatırlamıyorum. Duymadım, kimin kitabı? diye sordum. En sevdiğim yazara ait olduğunu öğrenince kendimden utandım.
Ben de Zahir'i okumaya karar verdim. Güzel de gidiyor.
Sayfa 24, satır 7:

"Beatles'ı ilk kez dinleyene kadar bir işçi sınıfı kahramanı gibi hissettim kendimi. Sonra rock müziğin Marx'tan daha eğlenceli olduğuna karar verdim."

En içten dileklerim.

Hayat kısa.


Hayat kısıtlı.
Cidden.
  Yapmak istediğin şeyi ertelediğin an, o andaki şansını çoktan kaybetmiş oluyorsun. Olasılık azalıyor daha anlamlısı. 

Carpe Diem saçmalık saçmasıdır.

Anı yaşa demiyorum, sadece bişeyi yapmak istiyorsan erteleme, daha iyisini yaparım, biraz daha bekliyim öyle yaparım diye düşünme(k) istemiyorum. Hayat kısa çünkü. Bol bol zaman yok hayır kesinlik ile emin oldum buna. Amerikanların bi sözü vardır:
"Life is too short."

The Beatles da şey der mesela:
"Life is very short, there is no time."

Zaten her şey kısılmış, imkanlar bastırılmış yok edilmiş, basma kalıplar ve belli ölçütler ölçüsünde yaşıyorken bir de insan kendini kısmasın. 

Hayat kısıtlı. Hayat kısa. Hayat seçici filan işte. 
ya da her neyse o.
En içten dileklerim.