3 Eylül 2012 Pazartesi

Yine ve yine ve.


İş başka, arkadaşlık başka.
Arkadaşla iş, asla.
Bir daha.
Kesinlikle pis işleri başkalarıyla yapmalı insan.
Arkadaş, işin sonunda birlikte kafa dağıtıp nefes aldığın yer olmalı. 
Öğrendim.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Avrupa ve Amerika, Titanic'in öcünü alıyor.


100 yıl önce cengaver bir buz kütlesi, Titanic gemisini, Avrupa-Amerika arası seyahat eden bir gemiyi, savunmasız bir anında yakalayıp batırmıştı.

Şimdi Amerika ve Avrupa, sen misin bizim gemimizi batıran deyip, buz kütlelerini, buz kütlelerinin anne-babalarını, uzaktaki akrabalarını, dağ tepelerindeki kuzenlerini, anayurtlarını, kolonilerini ve tüm yaşam alanlarını yok ediyor, büyük katliamlar ve acılar yaşatıyor. Bana mısın demiyor.

Öc ağır. Öc kazanılan bir olgu. Öcün de öcü olmaz olur mu?

Buzulun ikiz kardeşi de güneş. Güneş de Avrupa ve Amerika'dan öc alacak. Kardeşini yok ettiler diye. Üstelik o da acımayacak, kimsenin gözünün yaşına bakmadan. Asya, Afrika... Bütün aile yok edilecek. Bu bir kan davasıdır ki sürüp gidecek.
Mi?

Dur mu desek? Neden biz duruyoruz, dur demiyoruz? 

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Çünkü barışık kalmak çok zordur.

Nefretimi haykırıp bağırmak istediğim o kadar şey varken yeni şeyler paydayı büyüterek her dilimin payını küçültünce hiçbir şeye sinirlenemedim.

Sakin olduğumdan değil.

Sakin duruşun getirilerinin küçümsenemeyek kadar çok oluşunu farkına varmak için gerekli olan yaşı çoktan aştığımda geldiğim yaşın 19 olmasından ve onunda bir türlü yerinde duramayıp yerini 20li yaşlara bırakma hevesinden.

Büyüme sancıları deseydim okuyucu daha mutlu olabilirdi.

Ama okuyucumun mutlu olmasıyla şu günlerde ilgilenmiyorum. Okuyucu kitlemin büyük kısmının Pakistan'dan olmasıyla hiç ilgilenmiyorum. Belki bunu okuyan bile yok ama dediğim gibi ilgilenmiyorum. Şu anki derdim yazmak ve kurtulmayı ummak. Haberlerimi verip uçup gideceğim, kuzgun misali. Giderken bazılarınızın üstüne pislemeyi umuyorum.

İyi haber:
Arkeoloji okuyacağım.
                    Haberin iyi olduğunu düşünen yegane canlılar:
Kazı yapacağım alanda olası bulunan yeşilliklerin köklerinin havalandırılması nedeniyle bitkiler.

Kötü haberler:
Eski bir arkadaş çevresi silahlı ağır çatışma sonucu paramparça oldu. (Not: Barışık kalmak çok zordur.)
                   Haberin kötü olduğunu düşünen yegane canlı:
Çevreyle birlikte kendi ruhsal dünyası da paramparça olan bir ego personaliter


Kötü haberler:
                   Üniversite sınavlarına çalıştığın kadar çok kötü bir sonucun gelir. Daha çok çalışırsan daha da kötü gelirmiş.

Kötü haberler:
                   Yapılan tatil planlarını dozerlerle yıktılar.

Kötü haberler:
                   Güvendiğin insanların sana yalan söylediklerini anlamanı sağlayan aracılara daha önceden güvenmezsin ama haklı çıkarlar, artık güvenirsin.

Kötü haberler:
                   Güvendiğin tüm insanları tek tek gözden geçirmen gerekir.

Kötü haberler:
                   Herkes gülerken sen gülmez bakarsın.


                                                                                                         

                                                                            Küçük bir ilişik, kötü haberlere dair.








13 Haziran 2012 Çarşamba

Dikkat! Patlayabilir.


Gerçi siz çok düşüncelisiniz lakin bütün düşüncelerinizde olan tek şey kendiniz.

4 Mayıs 2012 Cuma

Köpek



Canis Lupus Familiaris.

Köpekler, insanoğlunun ilk evcil hayvanı olarak bilinmektedir. Araştırmalara göre, yaklaşık 14.000 yıl önce evcilleştirilmiştir. Fakat bu araştırmalar Bonn (Almanya) şehrine yakın bir yerde yapılmış. Zannımca Avrupalı tarihçiler öncelikle kendi topraklarında araştırma yaptığı için bu sonuca ulaşmış, oysaki Mezopotamya, Mısır veya Çin uygarlıklarında daha eski bir tarihte evcilleştirilmiş olabilirler. 

Köpeklerin ve diğer köpekgil kurt, çakal ve tilkilerin ortak bir ata olan Miacis 'ten, gelinciğe benzer küçük bir hayvandan geldiği düşünülmekte.

Türkçeye kelime olarak Kıpçaklardan geldiği sanılmakta. Veterinerlikte "köpek" ismi sadece erkek köpekler için kullanılmış. Dişi köpeklere kancık denirmiş. (Türkçe jargona, argo tabirlere bitiyorum.) Köpek yavrularına da enik denirmiş. Enikler tamamen kör, sağır ve anneye bağımlı olarak doğarlarmış. Anneleri içgüdüsel olarak yavrularına bakar, kimseyi yaklaştırmazmış. Yaklaşık iki hafta sonra eniklerin gözleri ve kulakları açılırmış. Yaşadıkları alanı ve kardeşlerini tanımaya başlar, bulundukları ortamdan uzaklaştırılmak hoşlarına gitmezmiş. Üçüncü haftadan itibaren oldukları yerden uzaklaşmaya, çevreyi keşfetmeyi başlar ve sosyalleşirlermiş. Bu dönemde insanlarla da iletişime geçtikleri için evcil hayvanı olacak insan bu dönemde bağ kurmalıdır, yoksa tam olarak kuramazmış. 

Köpeklerin çeşitleri var, süs köpeği, işçi köpek gibi. Pekinez, Şitsu, Japon Chin köpeği, Poodle ve Pinscher süs köpekleri olurlar. Cankurtaran, polis köpeği, bekçi köpeği; işçi köpekleri olarak nitelendirilmekte.

Evcil köpeklerin durumları, sahipleri sayesinde gayet iyi. Fakat tüm köpekler evlerde yaşamıyor. Sokak köpekleri için yaşam mücadelesi hat safhalara ulaşabilmekte. Eski zamanlarda gemi gemi terk edilmiş adalara atılır, ölüme mahkum edilirmiş. Bu konu üzerine bir de kısa film çekilmiş. Bu filmi izlediğinizde bildiğiniz her şey tepetaklak olacak. Bugünlerde konunun mahrumiyetinin farkında olan daha çok insan, daha çok dernek var. Sadece farkında olmayıp harekete geçtikleri için de farklılar.

Köpekler, çok uysal, vefalı ve canayakın canlılar. Onları evcilleştirip bir yükün altına girdiysek, taşın altına elimizi soktuysak, bu sorumluluktan vazgeçmeyip yerine getirmeye devam etmeliyiz. İnsanoğlu olarak, hepimiz.

İmza:
K.Ö.P  Emekverdi Kurumu




2 Mayıs 2012 Çarşamba

Kendi sonumu kendim mi hazırlıyorum?


Güzel olan şeyleri karanlığın içine yolluyorum. Neden yaptığımı bilmediğim, üzerine bir dakika olsun düşünmediğim hareketlerim var. Diyorum ya, düşünmeden yaptım, bilmiyorum. Sonradan düşününce bulunmayan şeyler.

Güzel şeyleri yakıp yıkmak başlıca hobim. Küçük bir çocuk gibiyim. Bir başkasının emek verip yaptığı kumdan kaleleri yıkma hakkını kendi üzerime almışım bile. Sonradan nefret edecekler halbuki, biliyorum. Diyorum ya, yaparken düşünmüyorum.

Çay içerken gözlüğüm buhar yapar diye çok korkuyorum. Aslında sorun değil, kısa sürede geçiyor ama bendeki rahat uçucu tabii; hemen kaçıveriyor. Etraftaki insanlar bağırarak mı konuşuyor? Sanki zorundaymış, bağırarak konuşmazsa karşısındaki duymayacakmış gibi. Dikkatim kendini gürültü üzerine toparlıyor, hemencecik kaçıyor. Rahatımdan geri kalır mı? Kalmaz. İkisi olmadan geriye sinir ve kuruntular kalıyor. Ah keşke onlar da pıllarını pırtlarını toplasalar da gitseler, benden uzak olsalar...

Hayatta her şeyimi bir anda kaybedersem, diye senaryolar yazıyorum. Hafızamda iki saatlik ömürleri olan bu seneryoların üç tane alt dalı var: Sölentereler, enstantaneler, rasathaneler. Hepsi de birbirinden acımasız, birbirinden dokunaklı. Mutsuz sonda hemkararlılar. Seneryoları gerçekmiş gibi kurguluyor, beyazperdeye aktarmak üzere yönetmenliğini yapıyorum. Suflör kullanmıyorum ama, diyorum ya, bir anda oluyor her şey. Düşünmüyorum. Aslında ne gerek var ki bu senaryolara? Hayatta her şeyimi bir anda kaybetmeyeceğim ki. Ama olsun ne olur ne olmaz bulunsun, neme lazım.

Bir ilkem var, bu dünyada benci insandan kaçacaksın arkadaş! Kendimi seviyorum. Sevecek başka seçeneğim olmadığı sürece de seveceğim. Neden izin vereyim bencile, beni kendi derdine ortak edip karakterimi kendi karakteri içinde eritip yok etmesine? Bu benciler çok iyi sihirbazlar doğrusu yok ediyorlar insanı göz göre göre. Hayır, yanlış yazdığımı sanmayın; tek "L" ile. Çünkü onlar bir akımı savunurcasına, bir takıma taraftar olurcasına bağlılar kendilerine. Pekala, her akşam saat sekizde çöp poşetini bağlayıp atıyorsam, onlar için de bir akşam saat sekizimi ayırabilirim. Hazır kendilerine bağlanmışlar, bu sefer tek yapmam gereken çok uzaklara fırlatmak.

Alt dudağımın büzülmesine, çenemin buruşmasına neden oluyorsun.

Neden her taksi seyahatimde taksicinin dertlerine ortak olmalıyım? Bu trafik kötüyse biliyorumdur, sadece ona trafik değil. Ben ona hiç ayrılıklarımdan, tek başıma yediğim öğle yemeklerimden, sökük pantolonlarımdan dert yanıyor muyum? Yanmıyorum. Yanarsam toplum sözleşmesini ihlal etmiş olurum. Takside taksici dert anlatır, yolcu dinler, parayı da taksici alır. Kumarda masa her zaman kazanır.

Kumarda kaybettim, aşkta kaybettim. Neyi kaybettiğimi de kaybettim. Aklımı da yitirdim, çulsuzum. Bulana ödül olarak beş binsin. Bulmayana da zorla Ramayana okutulsun. Rahatım ve dikkatim de kaçıştılar zaten. Ah bir de şu sıkıntılardan kurtulabilirsem...


İmza
Hüsnü Kuruntu





30 Mart 2012 Cuma

Bu yıl üç mevsim.



"Baharın geldiğini, kışların bittiğini ağaçlardan öğrendim."

Yıllara göre saçma sapan mevsimler oluşturabilirim. Mesela bu yıl.
Takvimlerim üç mevsim.

İlksınav öncesi,
                     Bahar,
                                             Sonsınav sonrası.

Hayat!

 Ekinoks tüm dünya için eşitlik demek. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar için, hayat koşullarının eşitliğini sağlayamasa da, doğal bir gece-gündüz eşitliği. Mevsim geçişi. Kimi için yaz bitimi, kimi için kış bitimi.

Benim ilk ekinoksum 1 Nisan. Baharım ise bir tane. İki ekinoks arasına sıkıştı. Coşkunluğu için ise sığacak yer yok. 

İlksınav önceleri güneşli ve yağmurlu,
Baharları çiçekli ve böcekli,
Sonsınav sonraları ise sıcak ve kurak geçen bu mevsim tek yıllık ve geçişken özelliklere sahip.
Mikroklima özelliği bakımından çok az yerde rastlanıyor. Bu mevsime geçmek ise çok zor değil. İstemek yetiyor.

Ama artık bitsin. Valla bitsin. Çok sıkıldım. Bir yılı bolca saçmalık için heba ettim. Bit. Bit ki başka mevsimler oluşturabileyim.


Bit ki şu halim de bitsin. 



8 Şubat 2012 Çarşamba

Gözlerim yanıyor, ıslak gözyaşları.

Ra, her zaman olduğu gibi güneşi getirdi sabah sabah. Bir gün aksatmadı kör olasıca. İnsanoğlu bu vakit insanları selamlıyor, haremliyor, her zaman için aynı dileğe karşılık gelen o kelimeyle: Günaydın! Başka dilekleri yok, insan kayırmıyorlar. Adaletlerinin farkında değil, asaletlerinin esaretinde kalmışlar. Kötü sözler söylemek işten bile değil, kör gözler hastalık gibi sarmış herkesi. Themis gözleri bağlı sağlıyor adaleti. En azından adaletinin farkında. Riyakarlık selinde balık istifi olmuş bir tür: Homo sapiens. Atlas yoruluyor, omuzları çökmüş, dünya ve üzerinde yaşayan istif ona ağır gelmeye başlamış olmalı. Daha fazla taşımayacak besbelli, bana bırakıyor fütursuzca, bana kaldı şimdi. En küçük metreküpüne kadar tüm yüküyle ben sırtlanıyorum dünyayı.

Adeta.

Ayrılık somut, yalnızlık soyut.
Önce somut geliyor, sonra soyut.

. . .

Yağmurlar ve sen, ayrıldık neden?
Sen yokken bu dünya nasıl dönüyor bilmem

Aşk geldi kapımı çaldı, aklımı başımdan aldı
Yani şimdi dünyanın bütün derdi bana mı kaldı?

Kalsın, bana kalsın, hayat çiçek, sen balsın
Kalsın, bana kalsın, hayat güzel, sen varsın

Ay bana kalsın, güller bana
Şarkılar bana kalsın, geceler bana
Ay bana kalsın, güller bana
Yalnızlık bana kalsın, kediler bana

Yağmurlar ve sen, gözyaşlarım neden?
Hem sevip hem ayrılmak kader miymiş bilmem
Aşk tuttu dağı deldi, balık olup denize daldı
Yani şimdi dünyayı kurtarmak bana mı kaldı?

(Ezginin Günlüğü - Bana Kalsın)

Derbeder ben, kaçar gider.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Maraton başlıyor!


Başlayalı çok oluyor gerçi.
Zaman daraldıkça daralıyor ve benim yapmak istediğim tek hareket gerçek anlamda,
bu. 
Sadece bu.
Sonra da kazanmış olayım.