18 Aralık 2011 Pazar

Batan Geminin Malları Bunlar


(I)

Gözleri kan çanağına dönmüştü. Hiçbir şey umursamıyormuş gibi davranmaya çalıştı. Babasının yanına vardı, yüzüne bakmadan kağıdı ona uzattı. Çadırın kapısındaki kazığa tünemiş olan şahin huysuzlanmıştı. Kerem gözlerine baktı, onun da gözleri kıpkırmızıydı.

(II)

Moralman kelimesi aslında bir kahraman ismi olsa böyle superman gibi, acil durumlarda uçup gelse moral getirse.
Olmaz mı?

(III)

Benim sorunlarım, kimsenin çözemediği çengel bulmacalara eşdeğer. 

(IV)

Güneş yeni doğuyor, tan vakti. Üzerine bir kaç söz karalamalıyım, tam vakti.
Lakin orada henüz doğmamıştır, doğunca görür de okursun umarım.

(V)

Sessiz Gemi isimli çok bilinen ve çok beğenilen şiirin ölümle ilgili olduğunu yeni fark ettim.

(VI)

Japonya'nın Pearl Harbour'a saldırmasına karşılık Amerika'nın Hiroşima ve Nagazaki'yi toz bulutuyla süslemesi ve askerlik kavramını Japon literatüründen tamamıyla koparması 
=
Küçük bir çocuğun iri bir çocuğa çimdik atmasına karşılık iri çocuğun küçük çocuğu mor lekelerle süslemesi
ve insanlık kavramını kendinden tamamıyla koparması

(VII)

Çok temiz gün öldürüyorum.


(I) -test sorusu
       (II) -fantastik fikir
     (III) -iç hesap
           (IV) -Lyon'a not
(V) -itiraf
(VI) -benzetme
                  (VII) -seri katilin günlük kaydı

C vitamini.
Batan bir gemiden bildirdi.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Vapur Yolculuğu


Kasımın son günü, haftanın ortası. 
15.45 Kadıköy vapuru.
Hava, kış mevsimi normallerine göre fazla açık; bulutsuz bir mavilik hakim.
Güneş alabildiğine parlak. Tüm çıplaklığıyla ortada.
Kendisinden çokça bahsedilecek fakat habersiz, sapsarı..

Vapura son binen insanlardan biriydim. Güneşe rağmen soğuk vardı, insanlar içerileri çoktan doldurmuştur düşüncesiyle dışarı oturma kararı aldım. Alt kat açık, sağ arkaya.
Üç kişilik boşluk var, ortasında bir adam. Hiç incelemedim, ne gerek vardı ki? Oturmaya yeltendiğim yerde çay bardağı vardı; yıllar önce bırakılan dudak izleri üzerinde kurumuş. Adam:
-Bardağı alayım ama nereye koyacağız?
Ben:
-Öbür yanınıza koysanız.

Böylesine kuru ve resmi bir soru-cevabın derin ve felsefi bir konuşmaya davet çıkaracağını asla düşünemezdim açıkçası, hani kırk yıl oturup düşünsem dahil. Ancak öyle oldu: Cevap vererek iletişime geçmem sadece konuşmanın devamını getirmesi için vesile olmaktan başka bir işe yaramadı. En nihayetinde nereden bilebilirdim ki.

Oturur oturmaz hiç beklemediğim bir soru geldi ve akabinde diyaloglar gelişti, güzelleşti.

 Adam:
-N'olmuş Ali Kaptan'a? Ben çok severim Ali Kaptan'ı. Sen biliyor musun?

Ben:
-? (ne olduğunu şaşıran ve anlamayan bakışlar)

-Şu gazetede yazıyor yahu! Ben buradan göremiyorum okusana bana ne yazıyor. (parmakla benim öbür tarafımdaki yaşlı adamın gazetesi işaret edilir)

-Ha biliyorum tamam şey bu İzmir'de bir baskın olmuş sanırım. Ben okuyayım bi', tam bilmiyorum ben de. (bu sırada adama hafif bakış atılır, adam genç, hafif kel, saçtan uzun sakal, genç giyimli biridir) Şey olmuş, göz altına alınmış. Bla bla bla blaablabla.. (hepsi okunur, zaten kısadır)

/bu sırada vapur hareket eder, iskeleden çok az uzaklaşır/

-Tüh bak görüyor musun? Ben çok severim Ali Kaptan'ı. İzlemeye de çalışırım. Çok üzüldüm yazık olmuş. Annem de izler hep. Sen izler misin?

-Yani tam şey hani arada çok izlemedim (tarzı mırıl mırıl bir olumsuz cevap)

-Sen gençsin tabii, gençler izlemez pek. Eskileri anlatıyor.

-Bütün gençler izliyor aslında?

-Tabii öyledir ama eskiler izler asıl. (dediğimi fazla takmadığını düşünmemi sağlar)

/vapur Dolmabahçe hizasındadır, klasik konuşma baş gösterir/

Adam:
-Okuyor musun?

Ben:
-Evet lisedeyim.

-Nerede, hangi lise?

-Kabataş. Galatasaray'ı geçince, bakın şu tarafta (elle o taraf gösterilir)

-Hmm Kabataş.. Şimdi eee.. Bakırköy, Karaköy.. Kabataş.. Bu Mimar Sinan var bi' tane orada mı?

-Hayır eskiden oradaymış ismini oradan almış daha sonra buraya taşınmış. (elle tekrar asıl yeri gösterilir, ısrarla el sabit tutulur)

-Ne istiyorsun, hangi Üniversite? (verilen bilgi ilgi çekmez)

-Boğaziçi olursa. İnşallah olur.

-İnşallah...   ...Ben de denizcilik okudum bilmem ne okulunda bilmem ne sene şunu yaptım şöyle oldu şu oldu bu oldu kaptanım sınava çalışıyorum kaptancılık üniversitede okuyacağım bi şeyler daha.. (burada ben ilgilenmiyorum)

/klasik konuşma usulca hız kaybeder, duraksar, durur, biter. İlginç soru gelir/

Adam:
-Güneş ne güzel dimi?

Ben:
-Evet?..

-Havada öylece duruyor asılı gibi dimi?

-Aslında boşlukta duruyor?

-Evet çok haklısın, boşlukta duruyor. Çok haklısın. Şu gazeteyi de adam elinde tutuyor dimi? Ama tutmasa nolur gazete?

-E nolur düşer?

-Yaa evet düşer. Güneşi tutan olmasa güneş de düşer. Birisi nasıl gazeteyi tutuyorsa, sanki güneşi tutan biri varmış gibi. Dimi?

-Hhıı hf (hafif anlamsız sesler)

/kıllanmaya başlanır, Adnan Hoca'ya kadar ulaşan felaket senaryoları kafada yazılır, çizilir, çok tuhaf gelişen bir konuşmadır. Bu sırada adam daha da incelenir. Tahminen 25 yaşındadır. Hafif kilolu gibidir, makosen ayakkabıları vardır. Başka soru sormak ister/

Adam:
-O zaman başka bir soru sorayım sana. Güneş bazen kırmızı oluyor, o nasıl oluyor?

Ben:
-Kırmızı mı nasıl yani?.. ...ha şey yani batarkenki halini filan diyorsunuz. Bir açıklaması vardır ışığın kırılmasıyla ilgili hatta, öyle hatırlıyorum. Gökyüzü de bu yüzden farklı renklere bürünüyor.

-Hah işte bir belirginlik var. Birisi sanki yapmış bunları gibi. Ben yapmadım. Sen de yapmadın. O zaman birisi yapmış. O zaman birisi var bence ve o yapmış bunları.

-Yani muhtemelen, evet.

-Tesadüf eseri olamaz dimi? Her şeyin bir mantığı var. Bebeğin ağlamasının, senin kaşının kirpiğinin, her şeyin bir amacı ve nedeni var. Mesela balıkların pulları var, rengarenkler ve denizi süslüyorlar. Milyonlarca milyarlarca canlı çeşidi var. Sen eline boya alsan, sana boya kalemleri verseler bu kadar çeşit yapabilir misin mesela?

-Yapamam evet hmm...

-En fazla kaç tane insan yüzü çizebilirsin? Sınırlı, dimi?

-Evet ama insanlığın sonu da gelicektir belki çeşit bitince?

-Çok haklısın. Evet çok haklısın ve zekisin de sen. Hmm...

/uzun sessizlik/

-Güneşe bak. Biraz daha yakın olsa bizi yakacak, uzak olsa üşütecek dimi? Ne harika bir düzen var, ne güzel bir mesafede duruyor.

-E zaten biraz daha yakın olsaydı biz olmazdık?

-Evet çok haklısın. Ama mesela düşün hep bize bakıyor güneş, bizi ısıtmak için.

-Ya aslında hayır, her yöne bakıyor, her yönü ısıtıyor. Biz onun etrafında dönüyoruz zaten hep. Isıtabiliyor böylece.

-Hah bak işte bu bir düzen, kurulmuş bir düzen değil mi?

-Evet dediğiniz gibi tesadüf olamaz. 

-Evet çok haklısın. Burada bizim konuşmamız da tesadüf değildir bence.

/gazeteli yaşlı adamdan ses gelir/

Yaşlı:
-Güneş nasıl kırmızı oluyor demiştiniz, değil mi?
O dalga boyuyla ilgili, ışığın gelişi. Bilimle açıklanabilir bir şey, birine bağlamak... ...yani biri var demek... ne denlidir... doğru mu... gerek var mı şimdi bilmiyorum belki (mırın kırın)...
Benim ananem aya çocuğum yavrum derdi, severdi. Ama şimdi oralara gidip fotoğraf bile çekiyorlar. Gezegenlere gidiyorlar. Bilimle her şeyi açıklamak mümkün.

Ben:
-(yaşlının öbür tarafında Japon bir çiftin olması ve dinlemeyecek olmalarının verdiği güvenle konuşmaya devam edilir)  Ama çoğu şey hala açıklanamadı ve eskisi gibi az bilgi yok. Bilginin tümüne hakim olmak kolay değil?

Yaşlı:
-Ee tabii yavaş yavaş gelişecek bilim. Ama gelişiyor gerek yok başka bir şey aramaya.

/iki taraftan da ses gelmez. Vapur Kadıköy İskelesine yanaşma manevraları yapmaktadır. Vapurun motoru denizin rengini turkuaz-beyaz-mavi-lacivert karışımına dönüştürür. Küçük girdaplar oluşur. Köpürür. Kabarır. Beni düşüncelerimle yalnız bırakırlar bir süre. Düşüncelerime dalarım, çok kısa bir süre. İç yolculuk gibidir; fakat ışık hızında. Hep sormak istediğim soruya ulaşırım içlerde bir yerde ve soruyu kafamda tasarlamaya başlarken bir kaza dışavurum gerçekleşir/

Ben:
-Peki her şey... (artık içimden konuşmadığım farkedilir, cesaret acil bir şekilde toparlanır ve devam edilir)  ...başta belli bir düzen içinde mi yaratıldı yoksa her şey birbirine uyum sağlayarak mı gelişti?

/ufak bir sessizlik/

Yaşlı:
-Big Bang patlaması bilim tarafından başlangıç sayılıyor, sonra biliyorsun evrimle buraya gelindiği düşünülüyor.

Ben:
Evrimi kendimizde görebiliriz?

Yaşlı:
Şu denizdeki canlıları şu an bilemezsin ama araştırıp öğrenebilirsin.

Ben:
Çoğunu hala bilemeyiz.

Yaşlı:
Girersin suya, dalgıç kıyafetiyle gözlükle, gerekirse mikroskopla. Öğrenirsin. Sadece yarattı demek kolaya kaçmak olur, istersen öğrenirsin.

Ben:
Tabii orası öyle, haklısınız.

/genç adam iyi günler der ve kalkıp tam tersi yönde, benim ve yaşlının önünden geçerek gider. Son konuşmalara katılmamıştır. Kim bilir belki istediğini elde edememiştir. Belki de istediği ve elde ettiği sadece bir vapur sohbetiydi. Yosun kokusu ve bi' liraya güller Kadıköy iskelesini hatırlatır ve gitme zamanı anımsanır. Yaşlı gazeteli adama nezaket dolu iyi günler dilekleri sunulur. Kendisini beklemeden vapurdan inme eylemi gerçekleştirilir. Hızlıca olay mahalinden uzaklaşırken yaşlı hakkında görünümü, konuşması, kıyafeti ve çantası itibariyle profesör veya bilim insanı olduğu düşünceleri beyinde rüzgar gibi eser./

Hızlı adımlarla çiçekçiler aşılır, gönüllü eylemci anketçiler atlatılır. Vapurda geçen büyülü bir 25 dakikanın etkisi kolay geçmeyeceğe benzediğinden, acilen başka düşünceler akla getirilir. Bir yandan da hayatın en güzel ve en ilginç anısı olacağı kesinleşmiş bir hikayenin unutulmaması için ufak notlar alınır.

Güneş gerçekten de sapsarı ve parlak, tepeden dünyayı aydınlatmakta.
Aydınlanmaya çok ihtiyacımız var, sanki bunun farkında.
Belki de sadece inancında.
Peki ya inançsızlığımız ne olacak?

Adlarını bile bilmediğim iki karakter,
Hayatlarımızın kesiştiği bir vapur yolculuğu.
Geçen bir 25 dakika,
 Değişen bir hayat.

Hayatımın en ilginç vapur yolculuğu. Bir daha asla tekrarlanmayacak ve asla neden böyle bir konuşma gerçekleşti,
bilemeyeceğim.