19 Ocak 2011 Çarşamba

Küçük kız.

  
  Küçük kızlara hep sempati duymuşumdur. Küçük kız, maksimum 10 yaşında olacak bu arada. Eğer 10 yaşından küçükse ve acındırıcı gözüküyorsa, çok garip bir şekilde sevgi ögem olabiliyor.

  Galiba hayatım boyunca benden bir yaş ve dört yaş küçük olacak kız kuzenlerimle de alakalı bir şey. Nedense hep onları koruma, kollama ve bütün üzüntü verecek durumlardan uzaklaştırma içgüdüsüne sahip oldurtulmuşum. Halbuki böyle bir şeye ihtiyaçları olmadı ki. -deliliğim başlıyor.-


 Yüzünü Dökme Küçük Kız                            
Bırak Üzülmeyi 
Yalnız Senmisin Bir Düşün 
Unutan Sevilmeyi 

Her Siyahın Bir Beyazı 
Gecelerin Gündüzüde Vardır 

Yüzünü Dökme Küçük Kız 
Kızma Onlara 
Yalnız Senmisin Bir Düşün 
Zincir Oranda Buranda 
Her Tutsağın Bir Kaçışı 
Uykunun Uyanışıda Vardır 

Yüzünü Dökme Küçük Kız 
Yaşamın Anlamını Bul 
Sonra Dinle Kendini 
Yolunu Bil 

Her Siyahın Bir Beyazı 
Gecelerin Gündüzüde Vardır.

      -Bülent Ortaçgil-  (Bütün sözleri verilmiş, içinizden mırıldanmanız umut edilmiştir.)

  Herkes erkek çocuk ister ya, kız çocuk isterim ben. Ne olursa olsun, bir tane de kız çocuk bulunsun. Neşe kaynağı, umut verici, ne de tatlı.

  Kızım olursa dünyanın en şanslı kızı olacak.

  Sanırım ben de oluşan bu küçük kıza acıma durumu, küçük kızların gördüğü haksız şiddet ve adaletsizlikten geliyor. Feminist ve aşırı komist olduğumu düşündürücü tepkiler istemiyorum, çünkü bu yaptığım sadece insan olmanın gerektirdiği.

  Söyleyecek çok fazla sözüm yok aslında. Her şeyi açıklayacak bir alıntım var ama:



KIZ ÇOCUĞU... 

Kapıları çalan benim 
kapıları birer birer. 
Gözünüze görünemem 
göze görünmez ölüler. 

Hiroşima'da öleli 
oluyor bir on yıl kadar. 
Yedi yaşında bir kızım, 
büyümez ölü çocuklar. 

Saçlarım tutuştu önce, 
gözlerim yandı kavruldu. 
Bir avuç kül oluverdim, 
külüm havaya savruldu. 

Benim sizden kendim için 
hiçbir şey istediğim yok. 
Şeker bile yiyemez ki 
kağıt gibi yanan çocuk. 

Çalıyorum kapınızı, 
teyze, amca, bir imza ver. 
Çocuklar öldürülmesin 
şeker de yiyebilsinler... 

-Nazım Hikmet RAN-



 En derin saygılarım.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Çay kahve?




   Kahve alıyım, "orta şekerli".

Açıkçası hiç anlamadım, anlayabilecek miyim bir gün, ondan da emin değilim. Orta şeker nedir? Nedendir? Şekerli veya şekersiz tamam da, orta şeker? Sinirimi bozdun yine..

Kahve bağımlısı olunabiliyor. Kafein denen velet,  merkezi sinir sistemine etki ederek, beyne giden ve beyinden gelen mesajları hızlandırıyor ve stimülan etkisi yapıyor, kahvenin içinde de barınıyor. Kısaca kendine aşık ettirmesini biliyor.


Çayda da var kafein. Çoğu şey de var aslında. Fakat bir fincan kahveye iki fincan çay, iki kutu enerji içeceği, üç kap espresso, dört fincan yeşil çay, dokuz bardak buzlu çay ya da on yedi fincan sıcak çikolata listesinden herhangi biri eşdeğer kafein içermekte. Sonuç, kahve=kral olmak.


Mesela Earl Grey bi amcamızın adı. Karısı da Lady Grey. Bu insancağızlar çeşit çeşit çay çeşitleri yapmış. Irish Breakfast Tea diye bi türleri de var. Bizim dolapta da bir adet fabrika çıkış ürünleri bulunmakta. Çay da güzel şey şimdi hakkını yemiyim. Karadeniz tipleri pek severler. Zaten her şeyleri kendilerine özgü, ayrı bi dünyada yaşıyorlarcasınalar. Bir bildikleri vardır görüşündeyim.


Vapurda çay içmek eşsiz.


Pazar kahvaltıda, konuda komşuda, ofis ortamında, öğretmenler odasında çayın yeri ve keyfi ayrı, kendilerine dokunmam ve itaat ederim.


Starbucks'tan kahve içmek pahalı.


Kremaydı, çikolataydı, karameldi, vesairesi kahveye bambaşka süperlik katan ögeler. Çok zevkliler ve insanı mutlu ederler. Kahveyle çok iyi giderler.


Mocha: Buharlanmış süt+espresso+çikolata şurubu
Latte: Buharlanmış süt+espresso
Macchiato: Buharlanmış süt+espresso (espresso sütten üç kat fazla)
Americano: Sıcak su+espresso
Cappuccino: Buharlanmış süt+köpürtülmüş süt+espresso
Irish coffee ise: Viski+kahve+şeker+krema


içermekte.


Gidip kendime kahve yapıyım en iyisi. Sınav haftam benim biraz hoşgörü istiyorum. Ya da annem mi yapsa.


Kahvenizle ve çayınızla
ama kahvenizle,
iyi keyifler.


En içten dileklerim.

6 Ocak 2011 Perşembe

Muhteşem Yüzyıl.



  Beğendim gayet. İlk bölümler ortalamanın üstünde gösterişli olur genelde, o yüzden çok etkilenmiş olabilirim. Ama tespit-eleştiri ve yorumlarımı eksik etmem.

Tespit, Mustafa denen veletimsi ne saçmasın sen, ne abuk bişeysin.

Erkekler kel.

Güzel değilsin Alexandra, o kadar triplere girme. Kilolu sayılırsın diğerlerine göre üstelik. Drew Barrymore'u andırıyorsun ama, bu çok iyi.

Aşk-ı Memnu kadro gelseymiş resmiyen.

Tudors özentisi, olmayan göğüsleri sıkıştıra sıkıştıra var etmek. Olanı büyütmek tarzı etkinlikler.

Herkes de bi havalar.

Herkes pek bi entrikacıymış.

Dün Survivor, bugün Kanuni'nin yatağı, ne iş?

Tarih dersi tadında falan filan fişmekan.

Hepsi bir kenara güzel diyebilirim. Bence büyük bir başarı var. Ancak, Tims Production adındaki kuruluşun imzasını taşıyan birçok diziyle aynı kaderi paylaşıyor. Genel olarak bazı Türk dizilerin kaderini paylaşıyor. Bazı eşleştirmeler sunacağım:
According to Jim-Cuma'ya Kalsa
Gossip Girl-Küçük Sırlar
CSI:NY-Kanıt
ve The Tudors-Muhteşem Yüzyıl
Kavak Yelleri vb diziler de yabancı özentiliği varmış ama bire bir eşleştirmelerini keşfedemedim. Sırada ne var? Ya da Merlin'i yapın da görelim demek istiyorum.

En içten dileklerim.

4 Ocak 2011 Salı

Ben kimim peki?



  Aslında bu blogu okuyan herkes benim kim olduğumu biliyor olacak muhtemelen, çünkü ben haber vermesem kimsenin blogtan haberi olmayacak. Ben kimimle demek istediğim, "gerçekten ben kimim?" ne yer, ne içerim. Size söylemediğim neler düşünürüm, üzülünce n'apar, sevinince neye dönüşürüm? Kendi kendime nasıl dans ederim?

Böyle şeyler ortalık yerde paylaşılmaz belki.

Ben paylaşırım, bi sorun mu var?

Yoksa kendime geri döneyim. Çünkü kendimden bi daha bahsetmek istemiyorum, sıkılmadığım sürece. -insan sıkılınca kendini düşünür ve kendinden bahsetmeye başlar tezim var olmakta-

Hayata dair, etrafımızda göremeyeceğimiz, daha çok reklamı yapılmayan, göz ardı edilen önemli şeylerle ilgilenecek, ilgilendirteceğim. Mesela Cirque du Soleil denen topluluk uğraşsın dursun, kalksın İstanbul'a da gelsin. Bizim neden haberimiz olmasın?
Kusura bakmayın ama,
Yaptım olacak!

En içten dileklerim.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Yeniyim ben.



  Daha neyin nesidir, nasıl kullanılır, ne içindir bilmiyorum. Sadece uzun süredir sahip olduğum yeniliklere açık bakış açışı, benim bu yeniliği yapmamı dahi sağladı. Neden blog, çünkü bi bu kalmıştı. Her şeye el atmak, burnumu her alanda göstermek ister oldum ya da son zamanlarda bu tavrı çokça dışarı vurur oldum. Tekdüze hayat çok bayat. Yenilik lazım bana, değişiklik, biraz temiz hava. Nefes alıyım artık onca monotonluktan. 2011 ne getirecek bana, kim bilir? Biraz kar olabilir, bütün karamsarlıklarımı örtbas edebilir. Ta ki eriyip gidinceye dek. Önce bi yağsın da, yağması bile yeter. Değil mi?